Son Günleri ve Vefatı

Son zamanlarında hasta yatarken, “Sen gidince bizler ne yapacağız Ahmet Ağa?” diye ağlamaya başlayan misafirlerine, yataktan doğrula­rak “ALLÂH var oğlum. Allâh var, keder yok!” demiştir.

Evlatlarından birisi eline varıp, “Baba hakkını helal et!” dediği zaman “Oğlum, bende üç emanet var. Onları sahiplerine verirsen, hakkımı helal etmiş olaca­ğım. Sen olmasan da onlar emanetleri alıp götürecekler. Ama sen de onları görsen iyi olur.” der.

Ve tarihler 8 Haziran 1969 Perşembeyi gösterirken rahmet-i Rahmân’a kavuşur.

Vefatından bir kaç ay sonra oğlu Zekeriya “Haydi, odaya gel e­manetleri ver.” diye bir ses duyar.

Bu odada 1967 yıllarında meydana gelen Küba krizi çözülmüş.

Kore savaşındaki olayların seyri değiştirilmiş.

Odaya geldiği zaman odanın kapısı kilitli olduğu hâlde 3 kişi içeride namaz kılmaktadır. Hemen o da na­maz kılmaya başlar. Birisi bembeyaz örtüler içerisinde kapalı bir vazi­yettedir. Açık olan konuşur. “Sen otur dayanamazsın.” der. Gece sabaha kadar namaz kılarlar. Bir lokma verirler, ağzına atar fakat tadı hoşuna gitmez çıkarır. Belli etmeden kenara koyar. Üç kişiden biri “O lokmayı yeseydin babanın vazifesine sen devam edecektin, nasibin bu kadarmış” der.  Emanetleri isterler. Emanetlerin birisi “Tayy-i Mekân” elbisesi, birisi mühür, öbürü de şeceredir.

“Beraber kabrine kadar gidelim, babanın kabrini birlikte ziyaret edelim.” derler. Yolda giderler­ken bir şahıs bunları görür. “Bu adam fazla yaşamaz” derler. Kapalı ve bürgülü olan kabristanın biraz dışında namaz kılarlar. Namaz kılınan yerde o sene otlar kurumaz. Kabirden ayrılıp ağaçlık bir yerden geçer­lerken içlerinden bir tanesi ‘ALLÂH!’ deyince ağaçlar secdeye kapanır gibi olur. Oğlu oraya düşer bayılır. Onlar da giderler, gözden kaybolurlar.