Nesimi Hazretleri

Ladikli Ahmet Ağa’nın Nesimi isminde veli olan bir arkadaşı varmış. Bu arkadaşının veliliği, insanlar tarafından pek bilinmiyormuş. Nesimi Akşama kadar sokaklarda dolaşır, insanların bıçaklarını keskinleştirir, onlara bir şeyler satar, yani çerçicilik yaparmış.

İşin ilginç tarafı, kazandığı paraları fakire dağıtan, kendisi de çile ve zorluklar içerisinde yaşayan fukara-yı sabirinden. Öyle ki çocuklar sattığı şeyleri çalar, yağmalar, yine de hiç kızmazmış. Çaldıklarını gördüğü hâlde görmezlikten gelirmiş. 

Bu durumu gören ve bilen ninem:

—Senin arkadaşın ne biçim bir çerçi! Çocukların aldıklarını görüyor, ne parasını istiyor, ne de geri alıyor. Çocuklara da hiç kızmıyor; bu ne hâldir, diye sorar. Dedem:

—Onun görevi de o. İleride iyi insan olacak çocukların başını okşuyor, sırtını sıvazlıyor, demiş.

Nenem de bu cevaptan bir şey anlamayarak ve adamın da garip hâlini görerek:

—Eşeğinin üstündeki heybede kırk tane yama var. Gâliba çok fakir birisi, deyince dedem:

—O yamalı heybesiyle kuyulardan çok insan çıkardı, demiş. Nenem:

—Çok ağlıyor herhâlde. Yüzünde, gözyaşlarının akmasından izler meydana gelmiş.

Dedem: 

—Onun gördüklerini görsen, sen de çok ağlarsın. O, çocukların ileride nasıl bir hayat süreceklerini görür. Dayanamaz, çok acır, çok merhametlidir; bu yüzden çok ağlar, der.

Bu Nesimi hazretlerinin, kendisi gibi çok değerli bir de hanımı varmış. Nesimi hazretleri bir gün:

—Hanım ayrılık yakın. Allâhü a‘lem, ben yakında dünyamı değiştireceğim, deyince hanımı ağlamaya başlar ve: 

—Sen ölmeden ben öleyim. Ben sensiz ne yaparım bu dünyada, diye gözlerinden sel gibi yaşlar akıtır. Eşini teselli etmek isteyen Nesimi hazretleri:

—Hiç kaygılanma hanım, inşâallâh benim kabrime gelirsin, dünyada sağken konuştuğumuz gibi yine orada da konuşuruz, der. 

Bir müddet sonra Nesimi hazretleri söylediği gibi Allâh’ın rahmetine kavuşur. Aradan birkaç gün geçince hanımı kabrine ziyarete gider. Ancak ne görüşebilir ne de konuşabilir. Kocasının dediği gibi konuşup dertleşemediği için üzülür ve bu şekilde kabirden ayrılır. Eşinin başına bir hâl geldiğinden korkar. “Bari onun gibi olan arkadaşıyla konuşayım, bu durumu söyleyeyim” diyerek dedeme gelir ve:

—Herhâlde başı selâmette değil. Bir de sen git kabrine bakayım, sana bir şey diyecek mi? der.

Dedem de hazretin kabrine gider, selam verir. Az sonra kabirdeki yatan arkadaşı dedeme şöyle seslenir: 

Dünyada pişirdim bir gaflet aşım
Secdeden çekmeyeydim n’olaydı başım
Sorguya başladı musalla taşım
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!

Ol Hakk’ın bağından çağrıldım bir gün
Yolunda giderken sandım bir düğün
Mezara varınca işittim bir ün
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek! 

Akıl fikir ayrı düştü ol tenden
Ol ruhum bile ürker oldu benden
Ey beni yaratan, hidayet senden
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek! 

Ol kabir solmadan sıkmaya durdu
Zebaniler gelip gürzünü vurdu
Çok şükür Rabb’im hidayet verdi
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!

Ol nazik tenim de döndü soğene
Nerde elâ gözler bakmaz cihane
Yedi gün sorguda durdum divane
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek! 

Kaldırdım kafamı sapmaya vurdum
Ruh tenden ayrılmış giderken gördüm
Çok şükür Münker’in sualin verdim
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek! 

Sağ yanımdan sekiz kapı açıldı
Hem türaba misk-i amber saçıldı
Yakasız yensiz hulleler biçildi
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!