Hızır (A.S) Diyen Bilmez, Bilen Demez

Eyüp Sultan Camii burası, her taraf dolu her tarafta insan seli. Her kes bir şeylerin peşinde adak adamak niyetleri. Benimse derdim başka, başka şeyler süsler hayallerimi. Günün nurunun neredeyse gözle görüldüğü o mübarek perşembelerden biri.. Caminin arkasında “Şimşir Baba”.yemyeşil mezar taşıyla destur verir gelenlere. Oturmuş bir köşeye gelen geçenleri izliyorum. Kim bilir kimler var burada, kim bilir kimler farkında? Şadırvanın önünde çeşmeye uzanıp suyundan içmek istiyorum. Yüzümü ellerimi yıkayıp suyun hikmetini düşünüyorum. Öyle bir hoşluk veriyor ki yüzüme serinliği Ab-ı Hayat olmalı bu su diye söylenirken hemen aklıma Hızır Babam takılıyor. Ab-ı Hayatı bulup, içmek ona nasip olmuş.diye. O niyetle uzatıyorum elimi bakıyorum karşımda nur yüzlü bir pir. İç o sudan diyor. Sadece nazar ediyor. bakmıyor yüzüme. Üstünde cüppesi, elinde güç asası, ve başında keçeden külahı ile dinlediğim bir hikayeyi anımsatıyor bana. Sanki zamanın ötesinden geliş bir zaman gezgini kendisi. Mor Koyun ve Aslanlı Mağara Zamanın çok başında bir yerlerde bir ülkenin başı olan Nemrut yaşarmış. Tahtına sarılmış kahinlerden bilgi alır ülkesini öylece yönetirmiş. Bir gün yine kahinlerden biri ona ülkesinde yeni doğan bir erkek çocuğun tahtını elinde alacağını söylemiş. Bunun üzerine Nemrut “ Ülkemde ne kadar yeni doğan erkek çocuk varsa hepsini öldürün ” diye emir buyurmuş. Yanında çalışan baş veziri Melik Melkan bu emirden haberdarmış. Çünkü kendisinin de yeni doğmuş “BELYÂA” isminde bir erkek çocuğu varmış. Hemen eşi Elhâ’ya durumu bildirerek çocuğu hazırlamasını söyleyip oğlunu aldığı gibi bir mağaraya saklayıvermiş. Mağaranın hemen yakınında bir yerde bir çiftlik, bu çiftlikte ise bir mor koyun varmış. Bu mor koyun her gün belirli saatlerde sürüden ayrılır, sonra sütleri sağılmış bir halde ağılına geri dönermiş. Durumdan şüphelenen çiftliğin sahibi Ebleya bir gün koyunu takibe koyulmuş. Birde bakmış ki sürüden ayrılan mor koyunun yanına iki tane aslan yaklaşıyor ve onu aralarına alarak bir mağaraya götürüyorlar. Mağarada güzeller güzeli bir bebek mor koyunu beklemekte. Hemen mor koyun bebeğin üzerine eğilip sütü bitinceye kadar bebeği emziriyor. Bebeğin karnı doyunca da yine aslanlar onu aralarına alıp ağılına kadar eşlik ediyorlar. Koyunun sahibi Ebleya bunu görünce hemen bebeği alıp karısı Elmaa’ya teslim eder ve orada BELYAA ‘ya bakmaya başlarlar. Daha sonra ailesine kavuşan BELYAA çocukluğunu yine ailesi ile geçirmiş. BELYAA bir rivayete göre Hz İbrahim’den önce yaşamış, İbrahim’in dedesinin amca oğlu ve Hz İbrahim’e ilk iman edenlerdendir. . Aynı zamanda Zülkarneyn (a.s) ile teyze çocukları olduğu söylenir. Kuran-ı Kerimde Zülkarneyn peygamberin ismi İskender (a.s) olarak geçer. Onlar doğunun en doğusu, batının en batısı olduğu söylenen bir ülkeye giderler ki burasının Urfa toprakları olduğu rivayet edilir..Orada bir sürü kuyu vardır. Bir güvecin yakalayıp tüylerini yolarlar, kuyudan aldıkları su ile yıkarlar ve güvercin kanatlanıp uçuverince de şaşıp kalırlar. BELYAA hemen o sudan içip abdest alır.ve ölümsüzlüğe kavuşur.Daha sonra hiç kimse o suyu bulamaz. Aslında Allah’ın“HAY” esması tecelli eder onda. AB-I HAYAT suyunu bulması tesadüf değildir. Geçtiği her yere bereket ve bolluk getiren, aşkı arayanlara AŞK sunan,. onu görenlere bir müjde olan, Yeşillik ve Bereket anlamında gelen HIZIR denir ona. Onunla ilgili binlerce hikaye vardır. Onu görenin yüzü güler, kalbi sevgi ile dolar ve gerçek aşkı yaşar onu gören gözler mutlaka.. O aslında insanlık için bir yardımcı, darda kalanların Hızır’dır. Dünyadaki bütün dilleri bilir, her sesi işitir,.aynı anda her yerde olabilir. Bu ona Rabbinden gelen özel bir lütuftur. Ledûn ilmi verilmiştir kendisine. Bu ilmi almak isteyenlere, talep edenlere öğretme olur.. Elini, dilini, gözünü, gönlünü, bütün azalarını muhafaza etmek şartı ile başlar ilk ders. Hızır Babamın üzerinde güllerle bezenmiş bir cüppe, başında al bir yazması varmış derler. Yinede o nasıl görünmek isterse öyle görünürmüş dilediğine. Geçtiği yerlerden mis gibi gül kokuları yayarmış etrafa. Gül ağacının altına dilek adamakta işte bu sebeptenmiş. İsterse genç bir delikanlı , isterse nur yüzlü bir dede. Bazen de zamanın ötesinden gelen bir zaman gezgini olarak çıkarmış insanların karşısına. Bastığı her yer gül bahçesine döner, dört bir yanda rengarenk çiçekler açarmış, hava bile farklı görünürmüş görenlerin gözüne. O sıkıntıda olanların kurtarıcısıymış O yer yüzündeki yüce aşkı, hak gördüğü kişilere sunmak için gelir, ilme layık olana ders verir, istemezse bakmadan geçip gidermiş. Görmek için çok istemekmiş sırrı. Gece gündüz onu düşünmek talep etmekmiş ilmi . HZ Musa’ya da, Ahmet Yesevi’ye de manevi dersi verenin o olduğu söylenir. Musa ile buluştuğu yerde; tuzlu balıkların, birden canlanıp nehre girdiği pek bilindik hikâyesi de kıssa edilmiştir Kur’an da. Hz İlyas Hızır’ın kardeşidir. Karalarda ve denizlerde hep ikisi vardır. Su ve yağmur İlyasın emrine verildiği söylenir. Hızır karadakilerin, İlyas ise denizdekilerin yardımına koşmak için zamanın her yerinde beklerlermiş. Senede bir gün 6 Mayıs’ta iki kardeş buluşurlar, hasret giderirlermiş. Senede bir gün olan bu kavuşma kalplerini coşturduğu gibi tabiat da olarla birlikte coşar, dallar çiçek açar, güneş pırıl pırıl parlar, kuşlar bile sevinçlerinden durmadan ötermiş… İki canın kavuşması ile etrafa bir sıcaklık yayılır, hava ısınır gök kuşağı oluşurmuş semada. Gece olunca da yıldızlar bir başka parlarmış o gün. Onların kavuşması şerefine kim bir dilek dilerse, Allah bu dileği mutlaka gerçekleştirirmiş..O toprağı canlandırdığı gibi kalplere nazar eder de nice ölü kalpler dirilip sevgi ile coşarmış Onu çok isteyen ilmine talip olanlar olurmuş. İşte çok isteyen ilme talip olana gelir ve ilmi verirmiş. Bazen onu görenler tanımaz yanından habersizce geçip giderlermiş.. Bazen de onu arayanlara gülümser sanki o aradığın bak benim dermiş gibi işaret edermiş. Eli yumuşacıkmış, sanki kemiği yokmuş gibi. Sağ elinin işaret parmağı ile orta parmağının birbirine bitişik olması en belirgin özelliği imiş. Kendini tanıtmak isterse gösterir, istemezse ellerini saklarmış bilhassa. Kuran-ı Kerimde “Biz bir kulumuza kendi ilmimizden bir ilim öğrettik” diye bahseder Hızır (a.s).için. O da Allah’ın müsaadesi ile layık gördüklerine öğretir bu ilmi. Fakat nihayetinde o da ölümlü biri, yani oda bir piri fani.Onun ölümsüzlüğü de yine onun ilminde saklı. . KAF dağı diye geçer adı masallarda. Masallar gerçekleri anlatır aslında. Aslı Tur-u Sina dır Kaf dağı diye bilsek de biz. Zamanın çok başında bir ülkede tahtına sarılmış bir Nemrut yaşarmış. İşte böyle başlamıştı hikaye. Aslıda her devirin bir Nemrut’u, bir de Ahmed’i varmış. Hızır da her devirde, zamanın her yerinde hazırmış. Dört hafta da bir Fatih Caminde Cumaya gelir, Eyüp Sultanda Selam kapısından içeri girermiş. Üsküdar çinili camiyi çok severmiş. Atik Ali Camiin de namaz kılar, çoğunlukla Beyazıt Camiinde bilenlere imamlık edermiş. Aslında o her yerdeymiş. Ama en çok da İstanbul’u severmiş. Bunu düşünürken baktım ki lülelerce akmış zaman, Pirler çoğalmış hepsi bir köşeyi tutmuş. Akşamın hüznü güne çökmüş. Etrafı gül kokuları sarmış, birde yukarıda bir gök kuşağı belirmiş. Kim bilir nerelerdedir şimdi o. Nerelerde namaza durmuş, kimin yardımına koşmuş, kime göstermiş o gül yüzünü, kim ilim istemiş, kime vermiş dersini. Kim fark etmiş onu, o kime selam vermiş, kimi sevindirmiş? Üzerinde güllerle bezenmiş cüppesi, keçeden külahı elinde o güç simgesi asası kim bilir kime sunmuş ölümsüz aşkı. Hz.Hızır’ın Duası;( Edrik Ebel Enni Munhasır.Seyyidi İbni Melkanil ) Hızır ey efendim Hızır. Allah’ın izni ile yetiş sıkıntıdayım.

Güzin OSMANCIK